"melodi.net" sitesi için, (Ağustos-2002) tarihinde İlhan İrem'le yapılan bu röportaj, sitenin içsel problemleri ve server'larındaki sorunlar nedeniyle yayınlanmamıştır.
İrem Bağı, Soyut anlatımlar içinde güncel dokunuşlar içeren bu röportajın yayınlanacağı meçhul tarihi daha fazla beklemeden, "Köprü" aracılığıyla sevecenlere ulaştırıyor.

Röportaj: Tolga  Meriç - Şener  Çetin
 

 

Sorular


1-İlhan İrem müziğimizde şu konuya çok güzel bir yanıt oluşturur: Sözlerin genel geçerin dışına çıktığı çoğu parçalarda söz müzikle örtüşmez; bu da sıradan sözlere sığınmanın mazareti olarak öne sürülür. İlhan İrem çok sıradışı sözlerin de kaynağındaki melodiyi bulup çıkarmış, kolaya kaçmamıştır. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

2-İlhan İrem’in müziğimizdeki özgün yeri tartışılmaz. Peki bir müzisyenin kendi müziğini yaratabilmesi nelere bağlıdır? Ve özgünlüğü çıkardığımızda geriye kalan müzik sizce nasıl bir müziktir?

3-Çok az sanatçının dinleyicisi, dinlediği sanatçıya bu kadar benzer. Müziğinizin sizi dinleyicinizle buluşturan bu güçlü temaları neler sizce?

4-Albümlerde bir öykü bütünlüğü gözetmek, sadece içeriğe değil albümlerin kapaklarına bile yansıyan, bütünlükçü bir bir yaklaşım şimdi bile çok azken, sizin bunu önerdiğiniz yıllar için çok ilerici ve öncü bir tavırdı. Bu duruşunuza temel olan düşünceleriniz nelerdi?

5-Dinleyiciden birikim isteyen bu tavrınız müziğinizin geniş kitlelere yayılmasını zorlaştırdı mı?

6-Benzeri bir bütünlük ısrarını albümlerin mutfağında da görmek mümkün: Çalıştığınız isimlerin albümden albüme değişmediğini düşünürsek, çalışacağınız müzisyenlerden beklentilerinizi nasıl açıklarsınız?

7-Sanatçının ortaya koyduğu ürünün karşılığının kendinde olması da İlhan İrem’in keskin tavırlarından biri: Müziğiyle, sözüyle örtüşen ve gene eski dönemlerde oldukça aykırı kaçabilecek kıyafetler, demeçler vb. Bu onurlu ama herhalde yıpratıcı tavrınız hakkında neler söylemek istersiniz?

8-Dünyanın, dünya koşulları içinde Türkiye’nin geldiği aşamada İlhan İrem hangi noktada duruyor? Müziğimizin seçtiği noktaya nasıl bakıyor?

 

Aşikar  Bir  Gizem

 

  1. Belli bir yüksekliğin ötesinde, bütün şarkılar ve bütün şiirler, birbiriyle sevişen, birbirini arayan kozmik parçacıklardır.  Şarkısız şiir, şiirsiz melodi yoktur !

Nazım’ın, Edip Cansever’in, Asaf’ın şiirleri... Benim veya Hansu İrem’in anlatımları...

Hep kainatsal mırıldanmaları ile birliktedir.

            Nazım Hikmet’in  “Hoşgeldin”  şiirini bestelemiştim,  “Sevgiliye”  albümü için.

            Özdemir Asaf’ın,  “Yalnızlık Penceresi”  (Değil),  “Bir Şeyin Bitişi”  (Poetika),

            “Halla甠 ve  “Korku”sunu...  Kendi yazdıklarınızla,  o  şairlerle, şiirlerle tanrısal bir

            buluşma yaşarsınız. Bilirsiniz ki ;  Sizin bestelediğinizden başka bir melodisi yoktur

            anlatılanların.

            Şiirlerin  ve  şarkıların birbirlerine gülümsediğini hissedersiniz.

            Ve  sizi rahat bir uykuya götüren  o  huzur, dinleyicilerin yıllar  ve  yıllar boyu

            yaşayacakları, sessiz, sakin, sorulu, kavgalı, eşsiz hayat  ve  sevda bulmacalarıdır

            artık !

            Bunun daha da ötesi var !

            Kainatlar lütfeder...

            Bazen,  şiirler  ve  besteler yaratıcının  yüreğine aynı anda iner ! 

            Ömürlük  yalnızlıklar, gece yolculukları, koşullara  direnişlerden sonra    

            ulaşılabilen  yüksek derinlikleri anlatıyorum.

 

 

2.  Atmosferi  çıkarırsanız  dünyadan,  ne kalır  geriye ?

Özgünlük  yoksa  sanat  yoktur !

Çağa  yön vermiş sanatçıları  izleyenler, ancak  kendilerince  özgün  bir  yorum  katabildikçe geçmişe,  “Sanatçı” payesine  erişebilirler.

Sanatçı, yaratımlarının  sonrasını, geleceğini  düşünmez.

Yaratır  yalnızca !

Ötesini  düşünmek, adını parlatmak adına  dolaylı tanıtım  maceralarına  girişmek, doğal olarak kavgalı olması gereken dünyaya  teslimiyetidir sanatçının.

“Teslim olmama”  duygusunu  hissedebilmesi  için,  sürekli  gelişen  ve  hiçbir  koşulda  eğilip  bükülmeyen  kişiliği, dünya  görüşü  vardır.

Görünen  yaşantısı  ne  olursa  olsun,  umut  barındıran, karanlık  ve  meşakkatli  bir  doğru insan  yolculuğuna  kanatlanıp,  anlatımlarının  rüzgarıyla  uzaklaşacaktır.

Uyumsuzluk  veya  kaçış  değil,  Eserlerinin  yeşerdiği  coğrafyanın  iklim  koşullarını  ve  özel  atmosferini  oluşturan  bir  yayılıştır... Ki  ilhamların  derinliğiyle  özdeş, sonsuz  kainat  yolculuklarına  dönüşür !

Hissedişlerinin  her  yöndeki  ışık  kaynağına  doğru,  yönsüzlük  boyutlarınca  açılan

içsel  bir  gidiştir  bu.

Gerçeği  kurgulayan  masalsı  yolculuğun  köprülerinden, koridorlarından  geçtikçe, hayatın  sanatçılığıyla  tanışıp,  geçmişi  ve  geleceği  aydınlatan  bir  ışığa  dönüşür.

Kendi  sınırsız  ülkesinin  insanlarıyla,  hiç  bilinmedik  haberleşmelerle  buluştuğu  bir  cennet  yaratır !

Hiçbir  dünyevi  haz,  bu  mucizevi  güzelliğin  lezzetine  ulaşamaz !

 

Bazen,  kainatsal  doruklara  yücelemeden  yarım  kalır  yolculuk !

Egonun  hiçlenişinin  henüz  tamamlanmadığı  en  korunmasız  dönemde  duraksayıp,  havalandırma  pencerelerinden  yankılanan  alkışlara  yönelir  sanatçı.

Her koşulda  mükemmel  bir  “tutunuş”  sergileyen  özel  bir  yaratıktır ( ! )

Camlara  yapışmış  cüce  hayranlıkları  “ayna”  belleyip,  toplumla  karşılıklı  hoşnut  alışverişlerde,  yetinir  kendisiyle...

Işıklı  kapıların  aralanabilmesi  için  bünyesinde  eriyen  kötülük  kalıntılarını  çılgınca  abartarak,  paranoyak  telaşlarla  dövüşe  sokar...

Kendisinin  ve  kimselerin  algılayamadığı  olağanüstü  bir  metamorfoza  hiç  gönüllenmeden,  alnındaki  sivilceleri  “sanatın  ışığı”  sanıp,  yapay  sahnelerde,  yapay  alkışlarla  oynatır   ölü  tırtılını.

Artık  gidecek  bir  yer  yoktur.

Işıklar  kararır...  Salon,  kavruk  tohumlarıyla  doludur, kendi açmayışını  izleyen çiçeklerin.

Güdük  hayatların,  sanat  temaşa  ederken,  çekirdek  yenmesinden  bile  daha  fazla  kızdıkları  şey ;  Kendi  yamuk  parçaları  olan  “mit”lerinin eksikliğini  ve  yarımlığını hissettiren  bir  hava  estirilmesidir !

 

Daha  havalanmadan  televizyon  antenlerine  takılmış  bir  uçurtma !

Hayalleri, beklentileri  bu kadarsa  vitrindekinin...

Kesesini  dolduran  gündelik  ilgileri  sanatçılığına  verip, lanetlerle çöllere savrulmuş

seraplar  gibi,  bedevi  alkışlarından  hoşnuttur  artık !

 

Bu  virajda,  sözler,  müzikler, görüntüler,  matbaalar, kitaplar, sergiler, heykeller uçar.

Ve  sanat  adına  hiçbirşey  kalır  geride !

             - Birkaç  yüzakı  istisna  dışında-  bir  süredir ,  anlamsız  tükenişlerinin  rasgele  ışık 

             almış  yansımalarını  alkışlıyorlar  “Sanat”  diye !

            Ciddi  benlik  travmaları  ve  kalıcı  şarhoşluklar  yapan,  kesif  bir  dumanaltı  ortamı.

             Sapla  samanın  en güzel  harmanı  ülkemizde  hazırlanır !

             Ve    karnına  içildiğinde, öteleri  unutturan, huzur  ve  zenginlik  verici, boş bir 

             kafası  vardır  meretin !

             Artık,  ayık  kalabilenlerin  çığlıkları...  Uçuşan  konuşma  balonlarıdır,  beyaz !

 

              “Önce  okumalı...Her konuyu  yutana  kadar ! Çünkü  ayağa düşer  kültürsüz  sanat !”

              “İnsanlara, hayvanlara, doğaya...  Parçam  olan...Parçası  olduğum  kainata    yapılan 

                bütün haksız  ve  yaşamsal  saldırılara  karşı,  refleks  bir  tepki  geliştirmeliyim

                bünyemde.”

               “Hayatımı, insanları  ve  insanlarımı  paramparça  ayrıştırıp,  sonra  tekrar 

                 toplayabilecek  bir  Kozmik  Cerrah,  İlahi  Terapist  olmalıyım.”

               “İçtenliğim  ve  sanatsal  sezgilerim,  inanılmaz  acılar  ve  cilveler  sonrası  sevgilim 

                 oluveren,  olağanüstü  bir  serüvenin  ışıklı  yağmurlarıyla  aydınlanmalı...

                 Altından  geçenlerin, fırtınalı  melek  kanatlarıyla  tanrısal  bilinçlere  uçtuğu...

                 Görülmemiş  renklerde,  gökkuşağı  şarkıları...”

 

                 Bak !  Ne  güzel   uçuşuyor  düşüncelerim.

                 Bir  tanesini  yakalamak  için  bile,  zıplamaya  niyeti  yok  aşağıdakilerin !

 

 

  1. Tanrısal  derinliklerin,  hassas  güzelliklerinde  hıçkıran... 

Kavgadan  düşmeyen  ışıklı  gece  çiçekleri.

Paradokslarını  yoyo  gibi  sallayarak  küçük  parmağında...

Kendi  tanrısına  yürüyen  kainat  serserileriyle  paylaştığımız,  “aşikar bir gizem.”

Mor Ötesi  bakışlarla  algıladıkları  şarkılardan ;  Lezzetler, tozlar, tohumlar  ve  ballar  taşıyarak  ötelere... 

Benlik  sınırları  yıkık,  cennet  bahçeleri  kurguluyorlar !

 

 

  1. “Pişmanlık  Şarkıları”  hiç  yok !  

Tüm  yapıtlar,  ilahi  bütünlüğün,  birbirinin  devamı  olan  örgüsel  parçaları.

Tanrının  gözbebeğindeki  ışığı...  Bu  ikindirik  dünya  arenasında,  ondan  yansıyan,

Unutulmuş,  farklı... Ve gelecekte  tek  çare olarak sarılmak  isteyip,  bulamayacakları

İnsanların...  Dehşetengiz  sevgiyi  anlatıyorum  bugünden.

Herşey   mükemmel  olmalı  bu  yüzden !

 

 

      5.  Sonradan  kokusunu   alabilenlerce  yeşerip  büyüyecek   yabani  tohumlar...

           Çok  uzak  diyarların  istek  filizlerini,  yeraltı  yükseltilerimizle  koruyup  hoyrat 

           Dokunuşlardan...

           Dışarıdaki  hayat  ısırıklarına  gülümseyen... 

            İlerde  tanınacak ;  Özerk  bir  “İrembağı  Cumhuriyeti”

 

 

  1. Müzisyenliklerinin yetkinliğiyle farklı  bir  müzikal atmosferin ayırdına varabildikleri

İçin , kendiliğinden  özel  bir  İlhan  İrem  mutfağı  oluşuyor.

Anlatımlarımı  hayal  güçleriyle  buluşturabilmek  için,  kısa  süreli  ev  ve  stüdyo  meditasyonları  dışında,  genel  müzikal  kurgunun  rastlantısal ( ! )  güzelliklere  açık  özgür  alanlarında  kısıtlamıyorum  hiçbirini.

Hemen  hepsi,  kendi  hayatlarının, enstrumanlarının  virtüözleri  zaten !

Değişik  lezzetlerdeki  hissedişlerden  albümün  temasıyla  öpüşen  bir  ortak  duygu  yaratmak...  Bu  duyguyu  kozmik  manipülasyonlarla  aydınlatıp  yönlendirerek, iplerini  çoktan  koparmış  şarkılara   rüzgar  desteği,  ilave  kanat  tüyleri  sağlamak...

           Göklerin  kapısı  açılıyor !  Derinleşen  paylaşımların  açılımlarında  “Işık  ve  sevgi” 

           anlatımlarına  katkıda  bulunanlar,  ruhlarının  duruluğunca,  kimi  kalıcı,  kimi  uçucu,

           ilahi  bir  algı  boyutunun  yüksekliğinde  üretiyorlar !

           Düşlediğim,  yaşadığım...  Gönüllü  aynası  olduğum  harikalar  diyarının...

           İçimizdeki  sonsuz  kainatın  gizil  görüntülerini  yansıtıyorum.

           Ve  yaşayarak, hissederek, anlayarak eşlik eden, paha biçilmez yol arkadaşlarım var !

 

 

  1. Eski  Türk  filmlerinin  müsamere  komedileri  vardır.  Hiç  kimse  kendi  değildir !

Zengin  kız  kendini  fakir  tanıtır.  Efendisi  seyahate  giden  uşak,  köşkün  sahibi.

Ya da   binbir  rastlantıyla  halk  kahramanına  dönüşen  salakolar !

Müzikte, politikada, sanatın her dalındaki pop çağı imajları,bence böylesi senaryoların

kağıt  üstü  kahramanları.

Üstelik,  uğruna  eski  filmler  seyrettiğimiz  yeşil  boğaz  çamlıkları da  yok  artık !

Bu  maskeli  balonun  ortasında,  ben  ve  sevecenler  çırılçıplağız !

Hayatla  ve  birbirimizle  güzelleşiyoruz...  Sevişerek.

Görece  uzaklığı  hiçleyip... Yakın  dokunuşlarda  uçuşarak.

 

 

  1. Dünya  koşulları içinde Türkiye’nin geldiği aşamayı  geçen  akşam  bir  TV  kanalında

İzledim...

Sunucunun,  çok  eski  bir  umut  olan  politikacıyı  son  cümle  ile  uğurlarken ;

“Allah  Rahmet  Eylesin”  veya   “Tanrıdan  Rahmet  Dilerim”  yerine,  nezaketen,  “Acil  Şifalar  Dilerim”  dediğini  düşünüyorum.

O  koltukta,  algıları  yitik  ve  pırıltıları  dökülmüş  olarak  Türkiye  oturuyordu.

Geceler  ve  geceler  boyu,  yüceltemese  bile,  kısır  benliğini  aşmış,  aydınlık  geleceğe  niyetli  birileri  doluşmuyor  meydanlara !

Keşke,  takiyyeli  demokrasi  söylemlerinden  haklı  müdahalelere  doğru  bir  geri  dönüş  yaşamasa  ülkem !

 

Ben,  henüz  açılmamış  perdelerin  ardındaki  olağanüstü  dekorlarda...

Sonsuz  bir  adım  uzağında  yaşananların...

Kalabalık  bir  yeraltı  sahnesi   kadrosuyla...

Zamansız,  mekansız  provalar...

Gerçeküstü  temsiller  veriyorum !

Dışarıdaki  anlamsız  koşuşturmalar  bir  nebze  durulup...

Sahne  spotları  yandığında  bizden  yana...

Perdeyi  açacağız !

 

Dünya  gözüyle ;

“Babil’in  Asma  Bahçeleri” ,   “Mısır  Piramitleri” ,  “Artemis  Tapınağı” ,  “İskenderiye  Feneri”  ise   anlatımlarım...

Türkiye  müziğinin  sözde  gelişmek  için  seçtiği  yerleşim  alanı ;

Fay  hattı  üzerine  ve  dere  yatağına  yapılmış,  yıkıma  davetkar  gecekondu  mahalleleridir.