KUZUNUN  ÖLÜMCÜL  HİKAYESİ

 

Türkiye,  yeteneksizliği,  beceriksizliği  çok  aşan,  sistemli  bir  hainlikler  silsilesi  ile  karşıkarşıya.

Başından  beri,  gizli / açık  söylemleriyle  nefrete  varan  bir  karşı  duruş  sergileyenler...

Laik  Cumhuriyet  Rejimini  ellerinden  düşürmediler.

Yok  edip,  hayallerindeki  karanlığa  dönüştürmek  için,  bilinçli  olarak  yere  attılar.

Artık  bu  konunun  tarihçesini  yazmak...

Menderes’le  başlayan  satışların,  Özal  döneminde  azgınlaşan  insani  hiçlenişlerin...

Tarikat  kuyruklu  eski  oy  avcılarının...

Sonradan  ılımlı  islama  gizli  geçitler  açan,  “Türk-İslam Sentezi”  darbecilerinin...

Amerika  icazetli  hoşgörü  kraliçelerine  gülümseyenlerin...

Kendi  ikbalinden  öte,  bütün  rüzgarlara,  hortumlara  eğilenlerin...

 

Ulusuna  hasım  olmayı  evrensel  aydın  olmanın  birincil  koşulu  sanan  safdillerin.........

 

Bu  morarmış  günlerin,  ne  zaman,  nasıl  karardığını  anlatmanın...

Sebeplerin  çetelesini  tutmanın  zamanı  çoktan  geçti !

 

Sonuç,  isli  bir  duvar  olarak,  apaçık  ortada ;

Türkiye,  içten / dıştan,  işgal  günlerinden  çok  daha  vahim  bir  kuşatma  altındadır.

(Paranoya  arayıcıları,  yukarıdaki  güruhun  bir yerlerinde...)

Ki,  bu  vahameti  görmemek / isyan  etmemek ;

Yürekten  kör,  sağır,  dilsiz,  ışıksız,  sevgisiz...

Sıralayacağım  bütün  diğer  sıfatları  içinde  barındırarak...

Vatansız  olmayı  gerektirir.

 

Öylesine  bihaber,  bozbulanık  sularda  boğuluyor ki   biçarelikler...  

Resimler,  vecizeler,  büstler,  heykeller,  özü  unutulmuş  tarihi  anıtlara  dönüşüyor.

 

Kurda  teslim  edilmiş  kuzunun  ölümcül  hikayesinden,  kimler  irkilecek ?

Özgürlük  ve  demokrasi  ninnileriyle...

Ayaklar  altından  zarifçe  çekilen  hürriyeti...

Küresel  köstebeklerin  kazı  alanları  olacak,  bugünden  yitik  toprakları...

Nasıl  bir  aydınlığa  sırt  çevirdiklerini...

Kimleri  parlatarak,  aslında  kimlerin  esaretine  düştüklerini...

Müstemleke  kazanlarının  dibine  kaykıldığını  bu  güzelim  coğrafyanın...

Kimler,  ne  zaman  anlayacak ?

 

Anadolu,  acil  bir  virajda !

Kıvırtmasız,  şeffaf,  doğru  savruluşlu...

En  diplerden  köpüklenip  büyüyen  “HAYIR”  dalgası  bekleniyor.

 

Işıklı  güzel  insanlar  dışında,

Sönük  muhalif  kıpırdanışlar  darmadağın  güvensizliklere  hapis...

Yeşil  haber  ağı,  çarpık  gündemi  almış / götürmüş.

 

Eğer  bu  köhneliklere  ait  değilse  insanlar...

“Hayır !”  diye  çığlıklanmalılar.

 

 

Avrupa  İnsan  Hakları  Mahkemesi’ nde...

Türkiye,  türban  konusundaki  savunmasını  traşlayıp,  kaybetmeye  gönülleniyor...

Bilimsel  kurumların  özerklikleri  sıfırlanıyor...

Ulusal  bayramların  coşkusunu  Üçüncü  Dünya  Ülkelerinin  törenlerine  benzetiyorlar...

Başbakan,  islam  ülkesi  olduğunu  deklare  etmiş,  memleketin.

Bunlar  daha  başlangıç. 

Yasadışı  kuran  kursları,  camilerde  eğitim  ile  ortaçağa  yolculuklar  sürecek.

“Aydın”lar,  hainlik  durağından,  nice  mezar  kazıcılarıyla  demokrasiye  binip...

Çağdaş  Dünya  ile  buluşacaklar ( ! )

“Türkiye’nin  soykırım  yaptığını, her  açılımda  haksız  olduğunu”  söyleyerek.

 

Bizim  karanlıklar  gıpta  etmişlerdir ;

“Hıristiyan  Şeriat  Mahkemesi”  kurulsun,  Laik  Cumhuriyetin  sınırlarında...

Yaşasın  Altın !  Binlerce  Bergama,  Türkiye,  sağlığımız,  feda  olsun  size !

Barajlar yapılsın  antik  hazinelerimize...

Uyanmamız  için  bunlar  yetmez !   Gelin,  kurun  şantiyelerinizi... 

Ne  varsa  çıksın  altımızda.

İda  Dağı  satılsın !    

 

Kuzu  can  çekişiyor...  Ama  ölmedi.

Dişleri  kamaşıyor  birilerinin !

 

Tarihsel  bir  stratejik  hatayla,  hiç  ölmeyecek  cevherin  sonsuz  açılımlarını...

Sınırları  önceden  bilinen  özgürlüklerince  kemirerek...

Korku  mağaralarına  çevirme  peşindeler.

 

Tabanlarını,  bu  bataklıklı  acı  gölün  dibine,  canhıraş  boğuluş  paniğiyle  vuracaksın...

Ki,  nicedir  içinde  yaşadığın  çamurlardan  öte...

Gün ışığı.

Yeniden  doğuş !

 

Yoksa...   Ruhun,  toprağın...   Yok !

 

Hainlikler,  yobazlıklar  hep  aşıldı  tarih  boyunca...  Aşılır.

Ama,  bu  kez  başka  bir şey  var ki,  son  noktası  çok  zor  konulabilecek  tehlike ;

Başıboş  sevgisizlik,  gözükara  cahillikle  reaksiyona  girdi...

Bu  denklemin  kalabalıkları,  ümmete  dönüştürülüp  ezici  çoğunluğa  ulaşırsa...

Artık  hiçbirşey  anlatamazsınız  aydınlanmaya  dair.

Gelecek  tamamen  kararır !

Giderek  vahşileşen  haber  bültenleri  bunu  anlatıyor  yıllardır.

 

Rejimin,  demokrasinin  dümeninde,  özgürlük  ve  ilerleme  yalanlarıyla  ortaçağa  yönelenler...

Küflü  meyvaları  iyice  büyüyen  cehalet  ve  kafa  karışıklığından  hoşnut.

“Ne  kadar  şuursuzluk,  o  kadar  iyi !”

Oysa  bilmiyorlar ki ;  Bu  topraklarda,  öyle  korkunç  kazalara  izin  verilmedi  hiç...  Verilmez !

Diyelim ki  ulaştınız  amacınıza... 

Batırdığınız,  dört  denize  demir  atmış  bu  devasa  geminin  altından  boğulmadan  çıktınız  su  yüzüne.

İhanet  ettiğiniz  gökyüzü  rahat  bırakır mı   sizi ?

Bu  sağır  vefasızlık,  karanlık  sularda  sonsuz  çırpınış  olur... 

 

Sonrası  unutulmuş...

Ölü  toprağı...

Suskunluk...

Müjdeli  yarınlar  hiç  yokmuş  gibi !

 

 

Işık  ve  sevgiyle...

İlhan  İREM