"YARATIRKEN TANRININ, YAŞARKEN HAYATIN KALBİNDEYİM"

Vizyon Dergisi (Aralık 2010)

Röportaj: Önder Kızılkaya

 * * *

1974’lerde “Yazık Oldu Yarınlara”, “Anlasana”, “İşte Hayat” ve “Sazlıklardan Havalanan” gibi şarkılarınız hem o dönemde büyük beğeni topladı ve altın plaklar kazandı hem de hala unutulmadı, Türk Pop Müziği’nin klasikleri arasında yerini aldı. Bu dönemde yaptığınız şarkılar, sözleriyle de çok dikkat çekiyor: “Her yanımı anlatılmaz yemyeşil bir sızı kaplar” ya da “Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin” gibi… 70’li yıllarda çok yadırganan ama 2000’li yıllarda anlaşılabilen ve çok beğenilen Edip Cansever, Turgut Uyar ve Cemal Süreya gibi “2. Yeni” şiir akımına mensup şairlerin dizeleri gibi. Siz bu sözleri yazarken Türkiye’deki yeni şiir akımlarını da takip ediyor muydunuz? Türkiye’de ve dünyada sevdiğiniz şairler kimlerdir? Sözlerinizle, müziğinizle, yorumunuzla size “gerçeküstücü” (sürrealist) diyebilir miyiz?

İsimlerini zikrettiğiniz şairlerin hepsi Türk Edebiyatının mihenk taşları.

1979 yılında “Sevgiliye” albümünde Nazım Hikmet’in “Hoşgeldin” şiirini besteledim.

Daha sonraki yıllarda Özdemir Asaf’ın “Değil” (Yalnızlık Penceresi), “Poetika” (Birşeyin Bitişi), “Hallaç” ve “Korku” isimli şiirlerini besteledim ve yorumladım.

Ruh, güzelliklerle beslenir. Bütün güzel sanatlar, görünen – görünmeyen, bilinen – bilinmeyen tüm mucizeler, duyargalarınız açıksa mana alemlerinin sonsuzluğa uzanan kapılarını aralar.

Ruh zenginliği, Zen Bahçeleri sonradan kazanılan hasletler değildir. Onlar varoluşumuzun öncesi ve sonrasında mayamızın özünde ya vardırlar ya yokturlar.

Bu olağanüstü büyü, kainatın arınmış ruhlara sunduğu en nadide armağandır.

Hep kendi şarkılarınızı yazıyor, besteliyor ve icra ediyorsunuz. Başka müzisyen ya da bestecilerin şarkılarını da icra etmek istediniz mi? Dünyada ve Türkiye’de hayran olduğunuz, birlikte çalışmak istediğiniz müzisyenler (ozanlar) kimlerdir? Bestelerinizi başka yorumculara verir misiniz?

17 yaşında kendi şarkılarımı söylemek için yola çıktım. Yapıtlarımdaki müzikal kurgu, şiirsel ve düşünsel boyutlar, albüm kapaklarından yansıyan vizyonlarla içiçe geçerek bir anlam bütünlüğü oluşturuyor. Çok geniş bir ruhsal alana yayılan “İlhan İrem Müziği” yapıyorum. Zamansız, mekansız vuslatlarda.

Sorunuzun ikinci bölümüne gelirsek; Birlikte çalışmak istediğim müzisyenlerle çalışıyorum zaten.

Kendinizi hangi müzik tarzına yakın hissediyorsunuz (pop, rock, klasik vs.)? Bugüne kadar yaptığınız müziklerde 1980’lere kadar pop’un 80’lerden sonraysa rock’un ağırlığı olduğunu söyleyebilir miyiz? Müzikal serüveninizi nasıl sınıflandırabiliriz? Müziğinizde dönüm noktaları hangi albümler ve hangi yıllardır?

Az önce de belirttiğim gibi, yaptığım müziği kategorize ederek inceleme konusu yapmak yanılgı olur. “İlhan İrem müziği” , “Işık ve Sevgi” felsefesinin bir parçası. Her albüm, bir sonrakinin sırlarıyla yeni bir oluşumun işaretlerini veriyor. Her albüm yeni bir dönüm noktası. Yeni doğumlar, travmalar. O yüzden her dinlediğinizde yeni bir ülke keşfediyorsunuz.

Aşk hiç bitmiyor.

Çok uzun bir süre (yaklaşık 14 yıl) hiç konser vermediniz? 2007’de verdiğiniz konserlerle sevenlerinizi mutlu ettiniz. Konserler sürecek mi? Televizyonlara niçin çıkmıyorsunuz (televizyon -TRT- aracılığıyla tanımış ve çok sevmiştik sizi), televizyonlara da çıkacak mısınız?

2006 yılında “Ayrılıkların da Sonu Var” isimli 3 bölümlük bir seri ile 14 yıl aradan sonra yeniden konserler vermeye başladım. “Yürek Büyüsü” (2007), “Aşka Davet” (2008), “BİR”, “Işık ve Sevgiyle” (2010) konserlerinde muhteşem buluşmalar yaşadık.

Her biri farklı konseptlerde ve sınırlı sayıda tematik konserlerle devam edeceğim.

1994 yılında aldığım bir kararla ististanalar dışında röportaj ve söyleşi vermiyorum. Küskünlük söz konusu değil. Yalnızca toplumdaki bozulan dokuya, yapaylıklara karşı bir “sessiz direniş.”

Bu süreç, uzaklaşma, salt yalnızlık ve çekilme zamanları gibi algılanabilir. Oysa bu dönemde albümler çıkardım, yazılarım, kitaplarım yayınlandı. Yalnızca fiziksel olarak medyada görünmeyi tercih etmedim.

2013, müzikte 40.ncı yılım olacak. O tarihe kadar şekillenecek “40.ncı Yıl” belgeseli söz konusu olabilir. Söylemek istediğim herşeyi eserlerimde anlatıyorum. Ayrıca anlatmayı ve konuşmayı gereksiz buluyorum.

Bir söyleşinizde (Michael Kuyucu – Sürgün Gibi Masallarda), şarkılarınızı trans halinde yazdığınızı söylüyorsunuz. Ve trans halinde yazdığınız şarkıların gizemli atmosferinden dolayı sizin de gizemli bir insan olarak telakki edildiğinizi söylüyorsunuz. Gündelik hayatınız nasıldır? “Trans hali”ni biraz açıklayabilir misiniz? Yaratmak için uzun bir trans haline mi ihtiyaç duyarsınız, yoksa araba kullanırken de beste yapabilir ya da söz yazabilir misiniz?

Yaratmak kainatla bütünleşmektir. Kozmosun hissiz hiçbir zerresi yoktur. İçindekilerle sürekli iletişim halinde olan sonsuz bir derya. Canlı – cansız herşey ile haberleşir ve aldığı titreşimlerle zamansızlık içindeki oluşumlara yön verir. İnsanlar hırs içersinde anlamsız bir koşu ile gürültülerde devinirken ruhani taraflarını kaybediyorlar. Ben, içimdeki sessizliği yazıyorum. Sessizliğin şarkılarını söylüyorum. İnsanlar birkaç saniye içlerindeki sessizliği dinleyebilseler, dünya başka türlü dönmeye başlayabilirdi. Yaratırken tanrının, yaşarken hayatın kalbindeyim.

Kendinizi sadece müzikle ifade etmiyorsunuz: Öykü, deneme, şiir yazıyor; resimle uğraşıyorsunuz. Müzikle her şeyi ifade edemediğinizi düşündüğünüzden dolayı mı bu sanat dallarına başvuruyorsunuz?

İlhan İrem özgürlüktür. Hiçbir zaman ve hiçbir konuda kendimi kısıtlamıyor, sınırlamıyorum. Çıktığım yolda ulaşacağım menzil düşüncemin bittiği yerdir. Mesafeleri umudum, inancım ve kanatlarım belirler. Kainatın ve Tanrının kusursuz bir parçası olan insanın, “bütün inancım ve umudum kendimde” diyebileceği bir bilince ulaşması gerekir. İçimdeki güzellik hayatımın her anına yayılan çocuksu bir coşku üretiyor. Her yöne sınırsızca açılan düşünce bakışlarına ve kaybolmayan masumiyete teşekkürüm, yolculuğumun her evresine mükemmel izler bırakmaktır. Kainat avareliğinde, sınırsız bir özgürlükle yarattıklarımı aynı oranda profesyonel bir disiplin içinde sunarım. O nedenle tarihçemde “bu da bulunsun” diye yapılmış hiçbir yapıt ve eyleme rastlanmaz. Rahatsızlık veren bir sorumluluk duygusu değil, sonsuz keşifler içeren eğlenceli bir yaşam biçimi.

Bundan sonraki projeleriniz nelerdir?

Bugünkü küflü ve külüstür hale sürüklenen dünyanın kirine pasına teslim olmayan insanların yüreğinde bir güzellik tohumlanıyor. Ruhunu yitirmemişlere açılan bir cennette üretiyorum.

Sanat hayatımın en verimli dönemini yaşıyorum. Yeni albümler, kitaplar, konserler ve başka projeler olacak.

Emek hırsızlığı yani “korsan” sizi ne ölçüde etkiliyor? Hem müzik hem de kitap anlamında uyguladığınız yaptırımlar oldu mu? Müzik sektörünün geleceğinde dijital platformların göz ardı edilemeyecek payı karşısında üreten biri olarak sizin çözümünüz veya beklentiniz nedir?

Emek hırsızlığı müzik ve edebiyat dünyasının en büyük sorunudur. Ve meslek birliklerinin acil çözümler üretmesi gereken konuların başında gelir. Türkiye’nin içine yuvarlandığı boşluk gibi, bu konu da karanlıktır ve maalesef sonu meçhuldur.

Bir diğer konu, en az korsan ve yasadışı download kadar önemli; “Beste Hırsızlığı.”

Dizi müziklerinde eserlerimden bariz alıntılar yapıldığına dair duyumlar alıyorum.

Bu konuda başka sanatçıların eserlerinin de çalındığı, yabancı müziklerin, hatta klasik müzik eserlerinin alıntılandığına şahit olunuyor. “Anlasana” ve pek çok eserimin melodilerinin dizilerde aşikar bir biçimde kullanılması ve altına imza atılması, bunu yapanlar için acınası bir durum.

 

………