1. BÖLÜM

Bana göre, “Cennet İlahileri” albümü içeriği ve enerjisiyle, diğer albümlerinizden daha farklı algılanıyor. Kanımca, daha önceki albümlerinizde  üst boyut bilgileri bizim dünyevi 3. boyut realitemize uygun bir anlatımla sunuluyordu. Algılamak bu nedenle nispeten daha kolaydı.  Ama bu albümde hissedilen o ki,  üst boyutsal bilgiler,  geçmiş, an ve geleceğin bir arada yaşandığı 4. boyut realitesinde ve çok yakında Dünya’nın geçeceği varsayılan 5. boyut realitesine uygun biçimde sunulmuş.  Sizce bu nedenle mi zor anlaşılıyor veya anlaşılamıyor?

Sınırsız özgürlüğüyle, sonsuz, merhalesiz bir derya… Kendi sahillerine.

Alıcının ruh kıvrımlarının titreşimleriyle anlık dalga farklılıkları…

Yaratıcısı ile bağını koparmamış… Temas ettiği zerrelerle reaksiyona geçen…

Duyulduğu kadar duyulan, görüldüğü kadar görünen sonsuzluk notaları…

Yolculuğun bilinen şarkılarında, henüz sorusu dahi akıla gelmeyen öteler…

Tanrısal bekleyiş, sabırsızlık hikayeleri, tutunuşlar, sonsuz uçuş.

Hepsinden azade, yalnızlığına senfoniler yaratan kainat.

Sınırsız boyutsal akışlar içinde, zerreden bütüne, tarifsiz görsel açılımlarla söylüyor şarkısını.

Algılara açık veya kapalı… Orada ve heryerde duruyor / deviniyor.

Sunum Yok!

Güzelliğine garkolunmasından… Güzelliğinden kopuşlardan… Bigane oluşlardan…

Kazanımı, kaybı, mutluluğu, hüznü olmayan.

Her yöne… Sonsuz ve zamansız, sürekli açılan, kapanan yelpaze…

Cennet hep orada… Ve hiç yok.

“Soyutun somutlaşması ve somut olandan soyutlanmak” paradoksunu taşıyan “Cennet İlahileri”,

“Işık ve sevgiyle” anlatımlarının neresinde olunduğuna dair bir “belirteç” işlevi gördü.

Tanrı ve kainat gibi, algının alt ve üst limiti yok. Sınırsız ve sınırlı olan gözlemcidir.

Sonsuz ruhu hissetmek, mutlak varlıkla bütünleşmek, insanın kendine yolculuğu…

Olağanüstü eserler, kelebeğin kanatlarındaki renkler, gökkuşağı, kokular, yağmur, kar, aşk…

Kitaplarda yazanın aksine, hepsi sadece kendileri için...

Özlerini kutsayıp, teşekkür etsinler ruhlarına… Aslında onlar için olmayanlarla karşılaştıklarında.

Peki, sızıntılar nerede yok oluyor? Birikintiler nerede toplanıyor?

Bir göl olmalı.

“Bir göl var.” O gölün başka bir boyuta geçecek olması Dünya için veya Dünyadaki yaşam için değil.

Diğerleri gibi, Dünyaya ait olmayan bilgi…

Diğerlerinden farkı, transpoze edilmeden sunuluşu.

 

.........

 

(Sürecek)

 

İlhan İrem ile Özel Röportaj

Röp: Özlem Süyev (Şubat 2011)

 

2. BÖLÜM

BİR’lik bilincinin en yüksek  frekansta hissedildiği albümünüz “Cennet İlahileri”… İnsanlığı daha üst boyutlara çekecek olan  meditatif tınılar ve bilinç altı algı şifrelerini açacak rezonanslar bu albümde duymayı bilenlere sunuluyor… “Allahım  Aç Kapılarını”  sanki bir tür mantra ,  “Hu” ve “Sis” deki  mısraların son hecelerindeki vurgusal tınılar da  dikkat çekici.   Sizce de, albümdeki eserler titreşimleriyle ruhumuzdaki algısal kilitleri açmak ve daha üst boyutlara ulaşmamızı kolaylaştırmak  için mi? 

 

Kainatsal büyü, anlam denizlerinde devasa devinimlerle bükülüyor.

Sonralardaki sonralar anı… Hatıralar geleceğin ardında.

Akış arasında, her defasında ayrı sonsuza açılan büyülü geçitlerin anahtar sözcükleri.

Kendiliğinden kendine açılan kapılar… Kendi ruhuyla öpüştükçe.

Tanrıların ışık izleri uçuşuyor kozmosta…

Gözden öte gören, histen öte duyanların.

Geçilsin diye değil… Geçildiği için hissediliyor.

 Kapılar, anahtarlar döndüğü için açılmıyor… Açıldığı için anahtarlar dönüyor.

İnsanı, kainatı, Tanrıyı, yöresel düşündüğünüzde, cennetin sonsuz büyüsüne girilemiyor.

Okyanus kıyısında platonik büyü ayinleri yapan, huşu içinde çocuklar görünüyor.

İçten içe yanıp biterek, sessiz film gibi ışığı bekleşiyorlar.

 

………

 

(Sürecek)

 

İlhan İrem ile Özel Röportaj

Röp: Özlem Süyev (Şubat 2011)

 

3.BÖLÜM

Dervişler diyarı topraklarda yaşıyoruz.   Genetik kodlarımızda  bilgelik saklı ama nedense bu geni açmakta toplum olarak bir hayli zorlanıyoruz.  Sizin eserleriniz  bana öyle geliyor ki,  sadece ruhsal algılarımızı değil, genetik kodlarımızı da zorluyor. İnançlarımıza,  düşüncelerimize yön veren  kodlar çözülüyor.  Ve  bilinçsel açılımlar yaşanıyor. Bu düşünceme katılıyor musunuz?

 

Anlatımlar güzel ruhlarla buluştuğunda bir yürek büyüsü oluşuyor.

Sevgiden örülü evrensel gerçeklik algısı,  tekilden sonsuza kainat birliğinin yansımasıdır.

Hiçliğe ait olmanın ihtişamı bilinç devrimine dönüştüğünde mucizenin parçası olursunuz.

Çeperleri ilanihaye birer frekans ayracı...

Derinliklerin paha biçilmez kozası.

Düşüncenin ve duruşun bir milim değişmesiyle, her yüzünde sonsuz soluklar…

Sevgisizliğe açılmayan sergi  -olmadan olma yolunu seçmeden-  tanrısal bilince erebilenler için.

Kavgadan kopmaksızın ve coğrafyaya vefa borçları sonrasında…

Sürünün aidiyet duvarlarının uzağında, kendi cennetinin sonsuzluğunda her yöne açılan kainat gözü.

Siyah çağdan ışığa giden koridor.

Karanlığın mücevheri öyle bir hazine ki…

Binyıllardır paylaştıkça çoğalıyor.

 

………

 

(Sürecek)

 

İlhan İrem ile Özel Röportaj

Röp: Özlem Süyev (Şubat 2011)

 

4. BÖLÜM

“Seni Seviyorum” albümünüz 2001’in ilk aylarında  müzik severlere sunulmuştu.. Albümde yer alan “Babil Kulesi” isimli eseriniz ise  11 Eylül’de olacakları anlatan tam bir durugörü  eseri olarak nitelendirildi. Şarkının anlatımında ve 11 Eylül’de yaşananlar arasındaki  benzerlik ise gerçekten etkileyiciydi. Peki, siz  bu hain ve kanlı oyun gerçekleştiğinde, olanlar” Babil Kulesi”ne benzerlik gösterince neler hissettiniz?

 

Kader yok ama herşey önceden yazılmış.

Karanlık yokoluş ve yeniden doğuşa kadar… Ve tekrar… Ve tekrar…

Bütün ihtimaller biteviye yaşanıyor.

Gözlemcinin bulunduğu an ve diğer boyutlardaki oluşlar…

Boşlukta birbirini seyreden aynalar…

Kendi zamanlarını yaşayan yankılar…

Zamansızlıkta sonsuz tekrarlar…

 

Kainatın kanatları kendi uzaylarının her zerresine kendi rüzgarlarıyla havalanır…

Yansımalarıyla bütün mevsimlere göç eder.

Bir Evren kurulur, buruşur.

Bir ezgi duyulur…

Hepsi bir yıldızın göz kırpmasıdır.

 

Toprağa düşen, filizlenen, buharlaşan tekrar…

Tanrının tohumudur sonsuz…

Güneşler kararıp, galaksiler çarpıştığında…

O huzurla kanatlanıyor yeni doğumlara.

 

Bir gökadaya düşmüş yitik seyyahların dini kurguları ile ilgilenmeyen…

Bambaşka anlamların sahipsiz ışığı.

 

Aynaların sırlarında onu görenlere açılan kapının ardında dünyadan öte bir gerçeklik belirir.

Sonra o görünenden azade bir başkası. Sonra diğeri ve diğeri…

Dileklerin harekete geçirdiği bir büyük devre.

‘Kainatın Domino Etkisi’ şeffaf yüreklerde.

 

Meleği olmayan bir otun bile bitmediği bu cennet ve cehennemde…

İyiliğin ve kötülüğün, başlangıcın ve bitişin anlamını kim bilebilir?

 

………

 

(Sürecek)

 

İlhan İrem ile Özel Röportaj

Röp: Özlem Süyev (Mart 2011)

 

6. BÖLÜM

Küresel ısınma , olayın görülen dünyevi boyutu. Peki sizce Dünya’nın süptil planında  neler oluyor? Bu ısınma bir anlamda  geçilecek yeni boyut realitesi için Dünya’nın süptil bedenindeki titreşimin hızlanmasıyla bir ilgisi olabilir mi?

Tanrıyı, kainatı, hayatı ve anlaşılamayan yücelikleri kendi algı boyutuna indirgeyip, sıradanlığa çekiştirmek, çapı dünya ile sınırlı, yöresel düşünen beyinlerin hastalığıdır.

Sevgi, aşk, güzel sanatlar, pozitif bilim, özgürlük, barış…

İnsan ruhunu besleyen değerler buharlaşıp… Materyalizm ve bağnazlıkla ceberrut siyasetçilerin diktatörlük hevesleri birleşince, dünya sığ duyarlıklar sirkine dönüştü. Tahsil ve diploma ile de giderilemeyen cehaletin hoyratlığına günlük hayatın her alanında rastlayabilirsiniz. Sanatta, siyasette, edebiyatta, her yerde... 

Vasatların iktidarı küresel bir canavara dönüşüp dünyayı boğuyor. Hiç bir konuda tam bilgi sahibi olmadan her konuda fikir sahibi olan insan güruhu ekonomiyi, siyaseti, şehirleri, ülkeleri, dünyayı yönetiyor.

Yalanlar, tertipler, savaşlar, çevre katliamları, vicdansızca yok edilen doğa ve tarih…

post modern faşistlerin korku imparatorluklarında bir örnek insan yaratma operasyonları…

Dinleri evrensel barış ve huzur yerine, ayrılığı, savaşları ve öfkeyi tırmandıran unsur olarak kullanan yobaz derebeylerinin harikalar diyarı…

Marjinal kalan duyarlı insanların dışındakiler sevgiyi, aşkı yitirmiş, insana dair güzelliklere sağır ve körleşmiş anlamsız kalabalıklar olarak deviniyorlar.

Gezegenin evrensel bağlantılarından bihaber yaşayan geri kalmış toplumlar, sürü ve ümmet mantığının sığlıklarında, ağırlık noktaları kaykık ahlaki değerlerle, bireyci ve kirli bir yapı oluşturuyorlar. Düşlenenlerin tam tersine millennium çağlarının toplumları, kendilerini ileri demokrasinin temsilcisi olarak vitrinleyen yöneticilerle karşılıklı çıkar alışverişleri içinde,  insana, doğaya, ülkelerine, dünyaya yapılan haksızlıklara duyarsız kalıp bilinçsizce destek vererek,  özgürlük ve demokrasi ile hiç ilgisi olmayan çağdışı karanlıkları cesaretlendiriyorlar.

Mavi gezegen, insanıyla, çevresiyle, değerleriyle ölüyor!

Bu sararmış zamanların ya içindesinizdir ya da dışında… Ortası yok!

Dünya din savaşlarından ve çıkarları uğruna ülkelerini ve gezegeni tüketen küresel diktatörlerden kurtulmak zorundadır.

İnsanlık kurumuş bir dal olarak evren tarihinden düşecek veya taze sürgünlerle yeni bir hayat yeşertecek.

Konu budur.

 

Anlatımlar nüanslarıyla birlikte algılandığında gerçeklik en yalın haliyle görünüyor…

Kainat oluşumunu sürdürüyor ve insan evrendeki anlamını kendi belirliyor.

Daha önceki zamanlara ait, oluşumun insanla ilgili, insan için olduğu söylemi dinlerle paralel bir düşüncedir. Bu düşünce şekli insan ruhunun şizofrenik tarafını rahatlatır. Ama aynı oranda düşünceyi kısıtlayıp, sınırsız bakabilme yetisini köreltir. İnsanı evrenin vazgeçilmez unsuru olarak kabul eden bakış, ortaçağda dünyayı kainatın sabit merkezi olarak gören din referanslı bakıştır. Galileo “dünya dönüyor” dediğinde engizisyon tarafından mahkum edilmişti. Aynı şekilde, Darwin’in Evrim Teorisi ile bütün kadim dinler kavgalıdır. Çünkü uzay yağmurlarıyla su birikintilerinde oluşan yaşam kıpırtılarının uzun evrim yolculuğunun bir evresinde karaya çıkması ve bir gün bir maymunun ayağa kalkması ile başlayan insanlık fikri, insanı yaradılışın merkezine koyan dinleri rahatsız ediyor. Oysa biraz daha panoramik bakabilseler, evrim tarihinin de yaradılış kitabında bir bölüm olduğunu görebilirler. Hiçbir rastlantısal akış, kainatın kendini keşfeden muhteşem kurgusunun anlamını hiçlemez.

Gözlemci olmadan da kainatın kurulumunu sürdürdüğü’ söylemi tedirgin edici bir ıssızlık duygusu verse de, insanın anlamını soyutun somut olduğu çok daha yüksek bir bilince çekiyor. kainatın aynı manayı taşıyan bir kopyası olan insanın, aslını ve evrensel değerlerini hatırlayarak dünya ve kainatla uyumlu bir biçimde bütünleşebileceğini anlatıyor.

Hiçbir insani ego kırıntısı olmaksızın, kainatla bir olma hali.

Birliğin doğal bir parçası olmak değil, ona ancak tüm ruhuyla “BİR” olma bilincine ererek katılabilmek.

Hak-değer olgusu kainat kurulumunun da yapı taşı…

Mistik rehaveti önleyen heyecan verici bir gerçeklik.

 

Tanrısallık yaratmak ve yok etmektir.

Hak edilmeyiş sebepleri yahut kainatın tacı insanın aynasındadır.

Hiçliğin anlamı gözlemcinin ruhunda şekillenir.

Duyumsanmadığında terkedilmiş bir sahildir…

Rüzgar esmeye, dalgalar kayalara çarpmaya devam eder.

Boş görünen sahne aslında boş değildir.

Kainat bir renk skalası ile dönüşür… Başka ışıklarla başka boyutlarda aydınlanmayı sürdürür.

Eşsiz manzarayı karartmadan deryalarda yüzebilme bilinci oluşmadıkça, mitlerin ve vehmedilmiş kutsiyetlerin rehavetinde varılacak bir cennet yoktur.

Gece görüntülerinin ardındaki titreşimleri hissedenler vuslatın salt sevgiden oluşan ışıklı çağrısını duyuyorlar.

Ve yolculuğu muhteşem kılan olgunun sürüklenmek değil, dalgalara direnmek olduğunu…

Saplantılardan, korkulardan, dogmalardan arınıp…

Kanatlarını rüzgara karşı özgürce açabildiğince yükselirsin.

Ötelere…

 

____________________________________________

 

Özel Röportaj: Özlem Süyev (Mart 2011)