İlhan İrem, Ananem ve Orta Şekerli Kahve / Altay Öktem
Penguen / 05 Ekim 2006

Mutluluktan uçuyorum... Yıllar önce, ne yılları ya, bir iki gün önce birisi
çıkıp da "Üç vakte kadar mutluluktan uçuyorum cümlesiyle başlayan bir yazı
yazacaksın" dese, hayra yormazdım. Kesin bir gelecek var başıma diye düşünür,
artık kurşun mu olur, tütsü falan mı, bir şeyler döktürür, kafamın etrafında üç
kere döndürtür, bu lafı eden kişiyi de döverdim muhtemelen. Ama olanlar oldu
işte; mutluluktan uçuyorum diye başlayan biz yazı yazıyorum şu anda...

Gerçi uçmanın da çeşitleri var. Hayatım boyunca hiç uçmadım desem yalan olur,
ama mutluluktan uçtum mu daha önce? Hatırlamıyorum. Hadise şöyle başladı:
Takvimler 29 Eylül 2006'yı, saatler 19:30'u gösteriyordu. Harbiye Açıkhava
Tiyatrosu hıncahınç bir kalabalık tarafından istila edilmiş gibiydi. İğne atsan
yere düşmeyecekti sanki; ama büyülenmiş gibi sahneye bakan o kalabalığın
içinde, havaya iğne atarak bu deyimin doğru olup olmadığını test etmeyi düşünen
bir kişi bile yoktu. Daha bir iki saat önce gök yarılmış, ahmakıslatan değil,
toplumumuzun en zeki münferit şahıslarını bile affedersiniz donuna kadar
sırılsıklam eden bir yağmur peyda olmuştu İstanbul semalarında. Konser
organizasyonlarına alışlık bir bünye ne düşünür bu konuda? Şöyle düşünür; bizim
pimpirikli izleyicimiz öldürsen açık havada, sağanak yağmur tehdidi altında
yapılacak bir konsere gitmez. Oturur evinde "tivi" izler. Mehmet Ali Erbil'i
var, İbrahim Tatlıses'i var, Demet Akalın'ı var, seçenek bol yani. Hem çayını
da içersin sıcacık sıcacık televizyonun karşısında. İstersen kanepeye bile
uzanırsın. Hatta hatun da uzanır yanına, hem izler hem mıncıklaşırşınız kim
karışır...
Akıl almaz sayıdaki insan, bu söylediklerimin tersini kanıtlamak istercesine,
izdihamı bir kalabalık şekline bürünmüş, yığılmıştı Açık Hava Tiyatrosu'na. Bir
tarihe tanıklık edeceklerinin farkındaydılar sanki. Yıllardan sonra İlhan İrem
sahneye dönmüştü. O bilinçli inzivadan çıkmış, kendisine kucak açanlara o da
kollarını açarak cevap vermişti, simsiyah kıyafetler içinde...
Konserde değil, topyekun bir büyü törenindeydik sanki. Yıllardır, bıkmadan
usanmadan "Işık ve Sevgiyle" diyen İlhan İrem, ışığın da, sevginin de siyahın
içinden süzülerek geldiğinin canlı kanıtıydı o gece.
Gerçi sesinden ve sözünden uzak kalmamıştık hiç. Albümleri hep bizimleydi.
Müziğe bir an bile ara vermemişti ama ne sahneye çıkıyor, ne de kimseyle
röportaj yapıyordu... Görünmüyordu. Bu imaj çağında, görünmeden efsane
olabilmenin zorlu ama kalıcı kanıtı gibiydi. Eh, hangi şarkıcıya binlerce kişi,
hep birlikte, ayakta vokal yapmıştır ki bugüne kadar? Daha önce radyodan,
binlerce kişiye değil, sadece ananemle beraber dinlerdim İlhan İrem'i. Bazı
anılar kazınır ya hafızaya, öldürsen çıkmaz... Ananemin oturma odasındaki gaz
sobasını, üstünden pileli örtü sarkan sediri ve o koskoca tahta radyoyu hiç
unutmadım. Daha kapıdan içeri girdiğim an mutfağa gider, orta şekerli iki kahve
yapardı. Sonra karton kutudaki Gelincik sigarasından bir tane çıkarıp dudağına
yerleştirir, "kahvenin yanında iyi gider" diyerek bir tane de bana uzatırdı.
İlk kahvemi de ilk sigaramı da ananemle içtim.. Kulağı az mı işitiyordu ne,
radyo bangır bangır bağırırdı hep odanın ortasında. Hangi kanalda radyo
tiyatrosu varsa ananem radyonun kulağını çevirir, o kanalın frekansını pat
diye buluverirdi. Bir de ince sesli bir şarkıcıya musallat olmuştu o yıllarda.
Gencecik bir çocuk "Sazlıklardan havalanan / bir ördek gibi sesin" diye
inletiyordu ortalığı. Bak derdi ananem, bu çocuğa dikkat et, çok büyük bir
şarkıcı olacak ilerde... Aman ilerde kim ne olacak ne anlardım ben, on iç
yaşında bir çocuktum daha, sigarayla, kahveyle iyi gidiyordu İlhan İrem'in
sesi, onu bilirdim yalnızca!
Yıllar sonra, bir dergide yazım yayınlandı. Yan sayfada da İlhan İrem'in yazısı
olduğunu, bir çeşit dergi kardeşliği yaşadığımı görünce gururdan ölmüştüm
neredeyse. Ananem yaşasaydı, koşup yanına gider, bak kahve içerken
dinlediğimiz o şarkıcıyla aynı dergide yazım çıktı diye çığlıklar atardım. Ama
geç kalmışım, çok geç...
Geçen ay, Güven Erkin Erkal, Yüxexes dergisine hazırladığım edebiyat sayfaları
için, Karakalem için yani; yıllar önce Hey dergisinde İlhan İrem'in başlattığı
bir geleneğin devamı aslında bu, deyince "Yuh benim hafızama" diye söylenmeye
başladım... Ananem o yaşında Hey okurdu bir de, unutmuşum... Gerçi İlhan İrem o
sıralarda hazırlamıyordu Hey'deki o sayfayı. Ananem ona da yetişemedi yani.
Ben yetiştim. Cem Karaca'nın verdiği son konserlerden birini de izlemiştim
Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda. Aynı yerde, bu kez İlhan İrem'in yıllar sonra
dinleyicisiyle bir araya geldiğine tanık oldum. Türk, hatta dünya müzik
tarihinin iki büyük efsanesiyle de kesişti yollum... Torunumdan daha şanssız
olma ihtimalim yüksek, ama ananemden daha şanslı olduğum kesin! Torunuma
anlatacak iki büyük anım var şimdiden.