Gözyaşımı saklamak için gözlüklerimi
çıkarmıyorum
Aycan Saroğlu / Akşam 1 Ekim 2006
Bütün
gün yağmur yağdı. Yağdı Yağdı... Ya konser! Bunca zaman sonra, yaklaşan o vuslat
nasıl olacak? Lakin, gece 20:30 sularında 'gecenin güneş açışı' gerçekleşti.
Sanırım yağmur 'İrembağı' sakinlerinin sesini duymuştu; çünkü onlar bugün
sevgililerini, tam 14 yıl aradan sonra, ilk kez sahnede görecekler, ona
kavuşacaklardı. Onlar 'ışık ve sevgiyle' istemişler, yağmur dinmişti. Tek bir
damla yağmadı. Ama kimilerinin gözlerinde yaşlar vardı, onlardan biri de bendim.
Ne kadar özlediğimi bilmediğim, ama çok özlediğim bir sevgiliye kavuşma
heyecanıyla müthiş telaşlıydım. Yeterince insan gelmezse, o sırça kalp incinirse
diye endişeli. Acaba Harbiye Açıkhava Tiyatrosu dolu olacak mıydı? Ona layık
olacak mıydı? Salona baktım, 'Eyvah tam dolu değil'di. Ama konser saati
yaklaştıkça insanlar 'akmaya' başladı. Tıklım tıklımdı. Gözlerimi protokole
diktim, kimler gelecekti, sanatçılar müzisyenler olacak mıydı? Tanınmış
şahsiyetler ön sıraları dolduracak mıydı? Flaşlar patlayacak mıydı? İlhan
İrem'in sahneye çıkışı muhteşem olacak mıydı? Bütün medya ondan bahsedecek,
televizyonlar konseri gösterecek miydi? Bütün bunları düşündüm, çünkü ben bir
gazeteciyim. Ne yazık ki, sevilebilirliğin ölçüsünü 'Kaç kişi geldi?', 'Olay
çıktı mı?', 'Hangi ünlüler kabul buyurdu?' kriterleriyle ölçmeye başlamışım, ben
de çoğu meslektaşım gibi. Oysa onun bu ölçülere hiç ihtiyacı olmadığını, tam da
bunları reddettiği için, bunca yıldır fiziksel olarak kaybolduğunu bildiğim için
biraz da hayran değil miyim ona? İnzivada olduğu zamanlarda bile, fanatik bir
hayran kitlesinin- ki bunlar 150 bin kişilik sevecen bir İrembağı ordusu- 'gizli
bir nehir' gibi ona aktığını biliyorum. O gece, özlemeyi unutan bu topluma
özlemeyi yeniden öğrettiği için ona şükran duymam gerektiğini de bir kez daha
anladım. Bize yaşarken özlemeyi öğreten adam şimdi 'ayrılıkların da sonu var'
diyordu.
Hakikaten o berrak su, bahar gibi, ışık gibi sesiyle yüreklerimize dokunmasını,
bize o ilk, meleksi halimizi hatırlatmasını çok özlemiştik. O dememiş miydi;
'neden ışık ve sevgi' diye soranlara cevaben 'Işık ve sevgi. Belki de sadece bir
cümle değildir. Terennümünde gizli bir enerji vardır... Birbirine karışan
fısıltılar reaksiyona geçer'.
İşte o gece İstanbul, Açıkhava Tiyatrosu'nda gerçekten gizli bir enerji vardı,
bütün fısıltılar da reaksiyona geçmişti. Sumru Yavrucuk'u, Özgür Çevik'i, Naim
Dilmener'i, Atilla Atasoy'u şöyle bir seçebildim. Zaten gözümü o muhteşem
kalabalıktan alamıyordum ki. Öyle ışıltılıydılar ki. Çok gençler de vardı, daha
az gençler de. İlk gençliklerini hatırlamak için gelenler, o şarkılarla
büyüyenler. O şarkılardaki aşk seslenişini özleyenler. Önüne gelenin albüm
yaptığı, müzikte sözel ve müzikal bayağılaşmanın had safhada olduğu yıllarda
kendilerini İlhan İrem'in bahçesine sığınarak koruyanlar.
ZAMAN HER ŞEYİ SİLMİYOR
Hep bir ağızdan 'İlhan İrem' diye bağırıyorduk. Ve nihayet geldi, siyahlar
içinde, narin, zarif bir prens gibi; 'Işıltılar içinde tutsaklığı yaşarlar,
sanatçılara benzer göklerdeki yıldızlar' diyerek. Baktım yanımda, bir kadın
sessizce ağlıyordu. 20 yaşlarında genç bir kız kendinden geçmişti Bağırıyor,
çağırıyor, delirmeye hazırlanıyorduk. 'Sizi o kadar özledim ki, çok' dedi İlhan
İrem. İşte o an gözlerimden damlalar inmeye başladı. Sesi hafif titremiş miydi!
'Belki de gözlüklerimi gözyaşlarımı görmesinler diye hiç çıkarmıyorum' dedi.
Biz, onun siyah gözlüklerinin ardındaki gözyaşlarını hissettik, o ise
bizimkileri görmüş olmalı. Belli ki, çok özlemişti, sahnede olmayı, orada şarkı
söylemeyi.
Sonrası bir rüya alemiydi. 'İşte Hayat'ı söyledik. Son nakaratını iki kere
söyledik, önce 'İşte hayat yine akıp gidiyor, zaman her şeyi siliyor ve
silmiyor' olarak. İlhan İrem, zamanın onu silmediğini söylüyordu. Zaman onu
silmek bir yana, o zamanda fiziki yokluğu ile daha da efsaneleştirmişti.
Kavuştuğumuz, 50'lerinde 'eski bir star' değil, İlhan İrem planetinin yakışıklı
ilahıydı. Mütevazı kral sahnede dolaşarak tebaasını barış ve sevgiyle defalarca
selamladı. 'Anlasana' seyircinin çıldırmasının başladığı andı. 'Sazlıklardan
Havalanan' sözleriyle Açıkhava yıkılacaktı neredeyse. 'Gemiler Döner Geriye',
'Yazık Oldu Yarınlara' Sonra 'Terazi', sonra 'Sevecen', ve 'Giderken Bıraktığın
Asmalar Üzüm Olmuş' dedi. Olanlar oldu bize Sonra daha sert parçalara geçti,
'Şartlı Refleks' gibi.
Çok fazla konuşmadı sahnede İlhan İrem, 'Yağmurun durmasını diledik, yağmur
durdu' dedi. Dünyaya barış dilerken 'Her şey yeni başlıyor' dedi bir de. Arka
arkaya içe işleyen şarkılar, şarkılar, şarkılar... Bir özel dünyalı sahnede,
bütün galaksileri sarsarak söyledi şarkılarını.
Ve defalarca bis'ten sonra 'Müzikal yolculuğumun bugün vardığı doruktur' dediği
albümüne geçti. 'İnsanlık onurunun, hoşgörünün, sevginin yitirildiği karanlık
dünyaya, birer saatlik dinleyiş sürelerince yaktığımız sonsuz ışıktır. Tümden
öldüğü zannedilen şeffaf sevgilerin çığlığını duyabilirsiniz. Ruhları ve
beyinleri boş olmayanlar için, düşüncesi ne olursa olsun, gözlerini dolduracak,
yüreğimizden kopmuş bir yapıt' dediği 'Cennet İlahileri'ne geçti, iki semazenin
sırlı dönüşü eşliğinde. 'Aşk Kapıları' o gece sahnede söylediği son parçaydı.
'Allah'ım aç kapılarını/aşk kapılarını ' Bu zaten sözün bittiği yerdi. Artık
söz, sahneden havalanan beyaz güvercinlerin kanadındaydı.